Business World Global

Genlerimizi keşfetmeli ve dış dünya ile ahenkli hale nasıl getiririz?

Genlerimizi keşfetmeli ve dış dünya ile ahenkli hale nasıl getiririz?
06 Şubat 2024 - 14:07

Uzm. Dr. Seda Ülgen ile Tükenmişlik Sendromu, depresyon, epigenetik ve regresyon ile ilgili tüm merak edilenleri konuştuk.

Biraz kendinizden ve eğitiminizden bahseder misiniz?

Ben, doğu ve batıyı, bilimsel ve kadim olanı birleştirebilme tutkusu ile eğitim yolculuğuma çıktım. Babam da şüpheci bir hekim olduğu için her düşünceye açık olmayı, ancak sorgularken ayaklarımın bilim tarafına sağlam basmasını küçük yaşlardan itibaren öğretti.

Tabii, ben de doktor olmayı seçtim. Uzman doktorum. İstanbul Tıp Fakültesini bitirdikten sonra uzmanlığımı Aile Hekimliği Uzmanlığı dalında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma hastanesinde tamamladım. Gerek eğitim hayatım gerek Amerikan hastanesinde çalışmaya devam ettiğim süre içerisinde kadim doğu öğretileri ile ilgili eğitimler aldım, araştırmalar yaptım. Yine uzun süreli eğitimlerimde psikoterapi, regresyon terapisi, hipnoterapi gibi yurtiçi ve yurtdışı eğitimlerim mevcut. Yurtdışı eğitimlerimden biri olan, insanın bilinçaltı ile nörohormon mekanizmalarının bağını kuran psikonöroimmunoloji eğitimim gerçekten tüm bilgileri birleştirmem de oldukça büyük rol oynadı. Geçtiğimiz yıllarda ise ülkemizde epigenetik koçluk alanındaki ilk eğitmenlerden olma gururuna eriştim.

Kişilerin kendi hayatlarında istedikleri değişimi yaratmaları, daha kaliteli bir hayat yaşayabilmeleri için bilinçaltı, nörohormonlar ve epigenetik temelli eğitimler veriyor, kitaplar yazıyorum. Ana odağım insan ve yaşamın ta kendisi! Daha anlamlı bir hayatı yaşamayı, daha mutlu olmayı kim istemez? Bu anlam ve mutluluk, yaşamın gerçek döngüsünü ve o döngünün içindeki yerimizi algılayarak, kendi potansiyelimizi gerçekleştirebildiğimizde ortaya çıkıyor. Ben tüm bilimsel arayışlarımı bu örüntüyü ve arasındaki bağı anlamak üzere kurguladım. İnsan denen varlık, tüm yaşam senaryomuzu oluşturan bir matriks alanı olan bilinçaltı, her şey ve birbiri ile bağlı işleyen nörohormon mekanizmaları, geleceği ve geçmişi yöneten genlerinin çalışmaları ile mucizevi bir varlık. Biz hep Newton fiziği gibi kısıtlı bir etki tepki anlayışından anlamaya çalışıyoruz. Oysa gerçekten tümüyle bir kuantum algısı geçerli. Bildiğimizin ötesinde bir neden-sonuç ilişkisi var. Kuralları biliyorsanız, sindirmekte zorlansanız bile hayranlık duyacağınız bir varoluş haritası önünüze çıkıyor.

Biz, Homo Sapiens olarak içsel dürtülerimiz, ihtiyaçlarımızla kendimize hitap eden bir sistem kurmuşuz, az çok tarihte karşımıza çıkan olaylarla şekillendirmişiz. Yaşadığımız bu sistem, gerçek gibi görünse de bazen gerçek gelişim yolculuğumuzla çakışıyor, yaşamın anlamından ve gerçek kazançlarından uzak kalmamıza bile sebep olabiliyor.  Bilgi ve farkındalık ise her şeyi değiştiriyor.

Epigenetik ve regresyon alanlarında eğitimleriniz var. Bunları biraz açar mısınız?

Uzun zamandır, aldığım en güzel soru. Çünkü her ikisine de en sevdiğim ve her şeyin temelinde duran eğitimlerim diyebilirim. Regresyon eğitimimi uluslararası İBRT enstitüsünden aldım. Regresyon, geriye gitmek demektir. Kişinin hipnotik bir trans halinde bulunduğu yaştan geriye giderek şu andaki hayatını etkileyen inanç kalıpları, duygu ve düşünceleri, blokajlarını, o dönemdeki yaşam senaryolarını onun perspektifinden dinleyerek deşifre etmeyi içerir. Bilinçaltımız yaşadıklarını kendi anladığı biçimde yorumlar ve nöronlarımızda buna bağlı olarak bu inanç şeklini benimseyecek yollar oluşur. Bu yollar, her benzer duygu veya düşünce geldiğinde aynı tepkiyi verdiği için yaşamlarımızda hep benzer sonuçlanacak olayları seçimlerimizle şekillendiririz. Neden hep benim başıma geliyor, neden aynı şeyleri yaşıyorum diye şikayet ederiz. Aslında nöronlarımızı bu seçimleri yapacak şekilde biz düzenlemişizdir. İşte geriye gidip o deseni nöronlarımıza ayak izi olarak bırakma dönemlerinin nedenlerini anladığımızda tekrar yapılandırmaya başlayabiliriz. Tabii, bu yaş geriletme geçmiş yaşamlara kadar gidebilmeyi, şu andaki biyolojik yaşımızın sınırlarının dışına çıkmayı da içeriyor. Açıkçası insanların hayat öykülerini, nedenlerini okumak benim için oldukça büyüleyici bir yolculuktu. Bu alanda 1000’ den fazla kişi ile çalıştım. Artık kişilerin neyi neden yaşadıklarını görebilmek için hipnotik bir transa bile çoğu zaman ihtiyaç duymuyorum. Çünkü kendi içinde bir işleyiş dinamiği var. O dili okuyabiliyorsanız her şey görünür oluyor.

Epigenetik, bizim için inanılmaz önemli, zamanla giderek daha da önem kazanacak. “Epi” üzerinde demek, yani “Genlerin üzerinde” anlamını içeriyor. Biz uzun yıllar genlerimizden gelen özelliklerimizi değiştiremeyeceğimizi düşündük. Tıp fakültesinde okurken de aynısı bahsediliyordu. Eğer anne, babamızda şeker hastalığı varsa şeker hastası olmamız kaçınılmaz gibi görünüyordu. Genetikte ilerledikçe bildiğimizin çok ötesinde bir dünya keşfettik.

Genlerimiz, bizi hayatta tutmak için inanılmaz stratejilere sahipler. Dış koşullara göre sürekli çalışma şekillerini değiştiriyorlar. Bu tepkiler, avcı toplayıcı toplumda yaşarken harika bir şey. Kıtlık oluyor, buzul çağı oluyor, genlerimiz çalışmalarını değiştirip bizim hayatta kalmanızı sağlıyorlar. Bu süreçte ne kadar sağlıklı olduğumuz, pek de umurlarında olmuyor, çünkü önemli olan hayatta kalmamız.

Ancak günümüze geldiğinizde o kadar çok uyaran var ki, dış dünya sürekli bizim nöronlarımıza, hormonlarımıza etki ediyor. İçimizde genleri aktifleyen proteinlerin bir kısmı ışığa bağlı çalışıyor, bir kısmı strese duyarlı. Modern çağda biz sürekli onların çalışma şekillerini değiştiriyoruz. Gördük ki anne, babamızda şeker hastalığı varsa biz artık şeker hastası olmak zorunda değiliz, yönetebiliyoruz. Ancak kontrolümüzün dışında kullandığımız bilgisayarlar, yemek yeme şeklimiz, maruz kaldığımız stres, finansal durum, trafik birçok nedenle sürekli genlerimizin çalışmasına haberimiz olmadan etki ediyoruz. Kontrolün farkındalıksız bir şekilde insanın bu kadar eline geçmesi biraz can sıkıcı. O yüzden bu konuda hızla hepimiz farkında olmamız ve yaşamlarımızı doğru yönetebilmek için bilgilenmemiz gerekiyor.

Tabii, epigenetik sadece bu kadar da değil. Aslında o aile dizilimlerinde gördüğümüz daha hikayemsi gelen durumların bilimsel karşılığını da bize verdi. Çünkü epigenetikle atalarımızın stratejilerinin, düşünme şekillerinin, yaşam şekillerinin neden ve nasıl bize aktarıldığını da gördük. Korkularımız bile torunlarımıza geçiyor. Neden mi? Sebep, bizi hayatta tutmak. Korkuyorsak, ölümcül olabilir, dedem için bu sorunsa benim içinde sorun olmalı diyor.

Tabii, yaşamlar avcı toplayıcı toplum gerçekliğinden modern insan karmaşasına atlayınca hepimiz bilimin ışığı ile yaşamlarımıza ışık tutmak, anlamak ve gerçekten yönetmek zorunda kalıyoruz.

Peki Tükenmişlik Sendromu nedir?

Tükenmişlik sendromu, yaşam enerjimizin azalması demektir. Salgıladığımız stres hormonları, elde ettiğimiz mutluluk hormonlarından fazla ise matematikte eksi sonuçtayız demektir. Bu durum, depolardaki yaşam enerjimizin giderek tükenmesine sebep olur. Aslında, basit bir matematik denklemi gibi.

Genelde alanımızı koruyamadığımız zaman ortaya çıkar. Varlığımız canlılığını, yaşam kalitesini korumakta veya içsel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyordur, kendini tehdit altında hissediyordur. Alanımızı koruyamamızın türlü sebepleri var tabii; dış dünyanın talepleri iç isteklerimizden ağır basıyorsa, yaşamımızın kontrolü türlü sebeplerle finans, aşk gibi bir başkasının elinde ise, kontrol duygumuz yüksekse, üzerimizde çok fazla sorumluluk varsa, hayır demekte zorlanıyorsak gibi nedenler… Ancak uykusuzluk, yanlış beslenme gibi biyolojimizi yönetemediğimiz birçok sebep de alanımızı koruyamamıza sebep olabiliyor, atlamamak lazım.

Tükenmeye başlayınca bedende stres hormonları daha fazla salgılandığından beynimizden, hücrelerimize stresin hasarları bedenimizde görünür olmaya başlıyor. Cildimiz kırışıyor, epigenetik anlamda yaşlanıyoruz. Yorgun hissediyoruz, sağlıklı düşünemiyoruz, karar vermekte zorlanıyoruz, yaşamdaki anlamlarımızı yitirmeye başlıyoruz. Robotlaşıyor, yaşayan ölülere dönmeye başlıyoruz.

Bu alanlarda kitaplarınız var son çıkardığınız “Modern Çağın Yeni Ruhsal Vebası Tükenmişlikten Uyanış” kitabınızdan bahseder misiniz?

Tükenmişlik dediğimiz zaman, herkes “Aa, bende de var” diyor. Diyor, ama orada kalıyor. Olayın ne kadar ciddi olduğunu kimse farkında değil. Evet, maalesef çoğumuzda var. Modern çağda yaşamak geçmişe göre zorlaştı. Dijital dünya, güncel yaşam şeklimiz zaten bizim nörohormonlarımızı ve genlerimizi olumsuz yönde etkiliyor. Biz keyif alıyor görünsek bile biyolojimiz öyle demiyor. Giderek mutsuzlaşıyoruz, bedenimiz hasar alıyor.

Duygularımız bizim için daha iyiye, daha kaliteliye gidebilmek için pusulamızdır. Ancak tükenmeye başladıkça biz iç duygularımızı hissedememeye başlıyoruz. O yüzden mutlu olabilmek için daha da fazla dışarıdan duygu alma arayışına geçiyoruz. Bu sorunlarımız vardı zaten. Yıllardır bunu anlatmaya, bu konuda insanları kurumsal yönde bilinçlendirmeye çalışıyordum.

Üzerine pandemi, deprem, ekonomik belirsizlik gibi biyolojimiz için yüksek stres içeren durumlara maruz kaldık. Hem de üst üste maruz kaldık. Buradan bilgi olmadan çıkmamız artık mümkün değil.

İşin kötüsü bu tehlike sadece bizim için de geçerli değil, genlerimiz bunu bir hayatta kalma savaşı olarak etiketledi bile. Eğer kendimizi onarmazsak torunlarımıza bile geçecek. Bunu genlerimiz savaş ilan ettiği anda, tüm çalışma şeklini değiştirir. Hormonlar ona göre salınmaya başlar. Cildinizin, organlarınızın normal yenilenme süreçleri bile değişir. Bu bizim için sağlıksız ve mutsuz bir gelecek demek.

Şu anda istatistiklere baktığınızda 2023 için Amerika’da tükenmişlik oranı yüzde 89, İngiltere’de yüzde 75 olarak görünüyor. 2019 yılındaki rakamlara çok yüksek diyorduk, şimdi neredeyse yüzde yüze yaklaştı. Durumun ne kadar ciddi olduğunu rakamlar zaten gösteriyor.

Hayatlarımıza sahip çıkabilmek, yaşamın kontrolünü bilinçli bir şekilde ele alabilmek için bu kitabı yazdım. Umarım, amacına ulaşır.

Aslında sürekli uyum sorunu yaşıyoruz, hedeflerimize yürürken yolu kaybettiğimiz için hayallerimizden, kendimizden de vazgeçiyoruz. Önceki kitabım Alışkanlıklar ve Değişimde de her düşüncemizin bir alışkanlık olduğu, kendimizi sınırlarımızdan özgürleştirebilmek için nasıl bir yol izlememiz gerektiğini, çözüm yollarını basamak basamak anlatmıştım. Çünkü yeni bir çağda yaşıyoruz, genlerimizden nöronlarımıza artık yönetmemiz gereken çok fazla şey var. Sadece hedeflere ve hayallere sahip olmak yetmiyor. Nasıl oraya gideceğimizi bilmemiz gerekiyor.

Hangisi daha ağır depresyon mu yoksa Tükenmişlik Sendromu mu?

Bence ikisi de çok ağır. Yaşamdan zevk alamadığınız, neden yaşadığınızı bilmediğiniz, içinizde acı veya boşluk dışında duygunuzun olmadığı her yaşam çok ağır. Zaten tükenmişliğin son evresinde artık depresyon başlıyor, ayırt etmekte zorlanılıyor.

Tükenmişliğin avantajı basamak basamak gidiyor olması, basamakların başında hayatınızın kontrolünü elinize almakla ilgili daha çok olasılığınız oluyor. Ancak genelde güçlü durmaya çalışan, ayaklarının üzerinde duran kişilerin başına geldiği için bu kişilerde basamakları hızla geçerken bana bir şey olmaz diyerek kontrolü ele alabilecekleri basamakları kaçırıyorlar.

Tükenmişliğin, neredeyse hepimize bulaşmış olması hem kendimiz hem geleceğimiz hem de gelecek nesiller için bu denli tehlike arz etmesi sindirilmesi ağır bir gerçek diyebilirim.

Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Eskiden yaşamak daha zordu gibi görünüyor. Yaşam bize şimdi daha çok olasılık veriyor. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna gidebiliriz, bir ekrandan bir tuşla tüm bilgiye ulaşabiliriz. Daha az diğer insanlara muhtacız, daha özgür hissediyoruz. Ancak daha yorgunuz, daha kalitesiz yaşıyoruz. Mutsuzuz, her yerimiz ağrıyor, sağlığımız daha kötü gidiyor. Sürekli geçmişi özlüyor, kıyaslıyoruz. Tüm bunların bir tek sebebi var. Artık bilgi ve farkındalık çağındayız. Kendimizi, biyolojimizi, genlerimizi keşfetmeli ve duş dünya ile ahenkli bir hale getirmemiz gerekiyor. Her şeyin sorumluluğunu ve kontrolünü üzerimize aldığımız gibi yaşamlarımızın da sorumluluğunu alıp özgün yaşam senaryolarımıza geçmemiz gerekiyor.

Tüm bilgiler, bilim, kadim öğretiler büyük bir resmin parçası. Resmi görebilmeye başladığınız zaman her şey daha akıcı ve kolay hale geliyor. Yeter ki güvenilir ve doğru bilgiye ulaşın. Hepimizin içinde her şeyi güzel kılabilecek, iyileştirebilecek inanılmaz bir güç var.

 

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları businessworldglobal.com'a aittir, haberleri kopyalamayınız.