Alev Gökçe – İnovasyon ve Marka Danışmanı
Marka amacı kavramını şu sıralar duyuyorsunuzdur. Son on senedir gelişmekte olan, özellikle de pandemi sırasında daha da öne çıkan bir kavram.
Özetle şirketlerin, markaların kendi içlerine dönük kar, büyüme gibi hedeflerinin ötesinde insana, dünyaya, çevreye bir katkı sunması gerektiğini savunan görüş. Ve ilginç olan tam da böyle davranan markaların aslında kar ve büyüme hedeflerine daha da kolay ulaştığını gösteriyor yapılan araştırmalar.
Birçok arkadaşın bu kavramı duyunca- aman dışarıdan ithal, bizde işe yaramaz dediğini biliyorum.
Size önerim, bir daha düşünün. Dünya artık global bir köy. Gelişmelerin – özellikle de sürdürülebilirlik alanında – en azından genç jenerasyonlar tarafından takip edildiğini biliyoruz. Nasıl edilmesin. Dünya onların, önlerinde uzun bir gelecek ve dünyaya sahip çıkmaları için onca neden var.
‘MUTLULUK’ BİR AMAÇ DEĞİL, SONUÇ
Amaç kavramını anlamak için işe kişisel olarak kendi amacımızı hissetmekle başlamak gerekiyor. Ben bu konuda eğitim veriyorum – marka amacı. Ve eğitimlerime ilk şu soru ile başlarım: bir dakika düşünün hayattaki amacınız ne? Şimdi size de aynı soruyu soruyorum. Hayattaki amacınız ne? Ha hemen söyliyeyim ‘mutluluk’ bir amaç değil. O bir sonuç.
Hepimiz mutlu olmak isteriz. İşte amacın ilginç tarafı da bu. Kendimize biçtiğimiz amaç bizi mutluluğa, hayattan daha çok feyz ve zevk almaya götürür. Eğer bir an için amacınızı düşündü iseniz size nasıl bir yön ve yol gösterdiğini, harekete geçmek için enerji sağladığını, ilham kaynağı olduğunu fark etmişsinizdir.
Japonların İkigai kavramını duymuşsunuzdur. Uzun ömürlü insanların bir amaç için yaşadıklarını anlatan kavram.
Marka amacının etkisi de aynen benzer şekilde oluyor. Yani organizasyonunuza yol ve yön gösterebiliyor, inovasyon gündeminizi kolaylıkla oluşturmanızı sağlıyor, çalışanlarınızı bir ortak duruş ve hedefte buluşturuyor, heyecan ve ilham veriyor. Bir anlamda markanızın insan gözünde değer kazanmasını – 21. yüzyıl terminolojisi ile tarif ediyor.
Ayrıca şunu hemen ilave edelim, sürdürülebilirlik 21. yüzyılı şekillendiren en önemli kavramlardan biri. Hatta bugünlerde sürdürülebilirliğin ötesine geçip rejenerasyonu konuşuyoruz.
Bazen çalıştaylar esnasında markamın sürdürülebilirlik planı olmalı mı gibi sorular ile karşılaşıyorum.
Cevabım: günümüzde sürdürülebilirlik gündemi ve planı olmayan hiçbir marka olamaz.
Özellikle yurt dışı ile bağlantılı çalışıyor iseniz bu konunun gündeme çok sıklıkla geldiğini, hatta hatta koşul olarak önünüze konulduğunu göreceksiniz.
Sürdürülebilirlik ve marka amacı el ele markanızı dönüştürmeye yardımcı oluyor. Şurası bir gerçek ki genç yaş grupları iş yaşamına katıldıkça daha fazla baskı hissedeceksiniz.
Farkındayım, birçok markaya bu korkutucu geliyor; zira nereden başlayacaklarını bilemiyorlar. Bazıları da bunlar yurt dışı kaynaklı söylemler bizde daha çalışmaz diye bakıyor.
DEVİR HEPİMİZİN ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMA DEVRİ
Çalışır, hem de nasıl çalışır. Şunu unutmayalım insan her yerde insan. Evet kültürel farklılıklar çok belirleyici ancak bu bahsettiğimiz kültürel farklılık içine girmiyor. Hepimiz aynı dünyada yaşıyoruz ve hepimiz en azından hava durumuna bakıp ‘bir şeyler değişiyor’ diyebiliyoruz.
O zaman devir hepimizin elini taşın altına koyma devri.
Hemen burada bir uyarıda bulunmam gerekiyor. Devir şeffaflık devri. Yani eğer bir marka ‘yeşil badana’ diye ifade edilen ve sürdürülebilirlik gündemi açısından sadece mış gibi yaparsa bu ona faydadan daha çok zarar verir.
Onun için küçük de olsa önemli olan bir başlangıç yapmak. Çok sevdiğim bir Çin atasözü var: Bin millik bir yolculuk bir tek adımla başlar diyor.
Sürdürülebilirlik konusunda Birleşmiş Milletlerin hazırladığı Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, kısaca SKH’lar bu konuda yol ve yön gösterici. Eğer henüz bu konuda bir adım atmadı iseniz, ilk adımı 17 SKH’dan hangisine sizin organizasyon veya markanızın dokunduğunu keşfe çıkarak atabilirsiniz.
Önce bir adım, sonra bir tane daha bir bakmışsınız yolu yarılamışsınız. Sürdürülebilirlikle kalın.